26 Ağustos 2010 Perşembe

"Manzaradan Parçalar"- Orhan Pamuk


 Orhan Pamuk'un "Manzaradan Parçalar" adlı kitabının 26 Ağustos'ta çıkacağını duydum ilkin. Kıpır kıpırım o andan beri. İnternette paylaşılan birkaç yazısını da bir solukta okuyuverdim. Saatleri kurdum, bekledim.

  Çünkü, birkaç yazar vardır ki, yeni kitaplarını heyecanla bekliyor, çıktığı gün aceleyle satın alıyor ve sonra bitecek diye, o kitapları okumaya bir türlü kıyamıyorum. Bu duygunun bir adı da "vefa" olsa gerek; hayallerimi kuran, kurtaran yazarlarımın heyecanla beklendiklerini bilmeleri gerek diye düşünüyorum, koşa koşa kitabı almaya giderken.
  Kimi yönlerine hiç ısınamasam da, Orhan Pamuk da bahsettiğim yazarlardan biri. Orhan Pamuk'u bu heyecanıma dahil eden, onu "yazarlarım"a dahil eden en büyük sebep, "roman yazma tutkusu". Türkiye'de "yazarlık" denen yorucu ve çaba isteyen serüvenin bir meslek olarak algılanmasını sağlaması. Tanpınar'ı sevmesi sonra. Tüm kitaplarını okuduğum için artık onu bir dost, bir ağabey gibi hissetmem. Ve ciddi, ağırbaşlı duruşuna rağmen içinde bir hayalperest, bir yaramaz yattığına inanmam nedense. "Ben Masumiyet Müzesi'nin Kemal'i değil, Mösyo Flaubert'im." dese de ve kahramanların yazarından bambaşka biri olduğu gerçeğini bilsem de, onun Kemal gibi biri olduğunu içten içe bilmem belki de.
 
  Ve sebep ve sonuç önemli değil. 26 Ağustos'ta Pamuk'un kitabı çıkıyor ise, o gün diğer her işim ikinci sıradadır artık.
  "Bir film çekilse, tam da böyle sahneler içerirdi." dedim İletişim Yayınları'na varmaya çalışırken. Ara sokaklardan gitmeye çabalarken asla açılmayacak bir trafiğe takılma, işe geç kalmaktan ötürü yaşadığım gerginlik, Gedikpaşa'da mal indiren kamyonları sabırla bekleme tecrübesi... Hani sevgilisine yetişmeye çalışırken karşısına bir sürü engel çıkan ama yılmayan film kahramanları gibi.
 
  Sonunda İletişim'e vardığımda şöyle dedim nefes nefese: "Pamuk istiyorum!"
  Bu kitabı her yerden alabilirdim, bugün okuyamayacaktım nasılsa, hani yarın da alabilirdim. Ama ben tam da bu çileyi seviyorum işte. Matbaadan sıcak çıkmış bir kitap için yollar aşmak, onun için "geç kalmama" uğraşı, kitabın kendisinden daha değerli. ( Hayır, hiçbir şey kitaptan daha değerli değil.)
  Kendi mabedim yayınevime vardığımda, tüm günüm şöyle geçti ardından: Hangi işle uğraşsam sonunda yine Pamuk'a dönüp bir sayfa daha okuma hali. Çikolatadan bir parça alayım derken dayanamayıp birkaç parçayı yemek gibi, kitabı bir türlü elimden bırakmama ve işime döndüğümden kısa bir süre sonra, işe henüz başladığımı unutuvererek herkese kitap hakkındaki düşüncelerini sorma teşebbüsü.

   Ve, hiçbiriniz benim kadar şanslı değilsiniz: Orhan Pamuk'u yirmi iki yaşındayken tanıdığını ( 1974), o zamanlar ilk romanını yazmakta olduğunu söyleyen genel yayın yönetmenimizden, Pamuk'un ilk gençliğine dair kimi anıları dinledim günü bitirirken.

   Her şeyi abartma temayülünde olduğumu bilirsiniz. Ayrıca, evrende her şeyin masal olduğuna ve bize yakın ne varsa, büyülenme hakkımızın elimizde bulunması gerekliliğe inanırım. Bu da demek oluyor ki, çoğunluğun "sıradan bir kitap alma anısı" olarak gördüğü bu günü, hakkıyla ve büyülenerek yaşadım.
 
  Bu kadar kelam edip kitaptan hiç bahsetmemek... Bu da acemiliğime verilsin.
  Bu kitap, Pamuk'un hayat, sanat ve edebiyat hakkındaki denemelerinden oluşuyor. İletişim Yayınları Klasikler serisi için yazdığı önsözleri de ( Bence bu gereksiz) kitaba koymuş Pamuk. Bir röportajı da yer alıyor kitapta. Orhan Pamuk'un vazgeçemediği soslar: İstanbul, Nişantaşı, çocukluğu, 1970'leri bu kitapta da bulacaksınız.
  Bu yönüyle, kitap benim için bir tekrardan öteye gitmiyor. Yazarın tüm kitaplarını okumuş olduğum için bana artık yeni bir şey söylemiyor.
  Hatta, İstanbul'u anlattığı her kısımda fazlasıyla, anı- yaşantı kitabı "İstanbul"u, sevdiği roman ve romancıları anlattığı kısımlarla "Öteki Renkler"i hatırlattığını söyleyebilirim. Ve zaten Pamuk, artık yalnız bu konuları yazıyor. Farkındayız. Önemli de değil; her yazarın takıntıları vardır.
  Kitabı okumadan fazlaca önyargılı olmuş olabilirim: Eğer böyle bir hataya düştüysem okuduktan sonra tekrar yazarım.
  Benim bu kitabı niye aldığıma gelince; Pamuk yazdığı için zaten alacağım gerçeğini bir yana bırakırsak, yazarın romanlarına konmamış parçalar, notlar, çizimler olduğu için, önemli bir romancının el yazısıyla tuttuğu notları görmeme, evimde saklamama izin vereceği için, aldım bu kitabı.
  Yenilik yok mu? Yenilik saymıyorum ben; ama, "hayat" başlığı altında sigara böreğinin yapılışını bile anlatıyor anlatıcımız. Ayrıntıya düşkünlüğüne rağmen Pamuk bu kadar gündelik bir ayrıntıyı genelde yazmazdı. Kitaplarında kadın kahramanlar siliktir; ama annesi, tüm romanlarının resmi, ismi olan, gözümüzde canlandırılabilen tek kadını olarak görünüyor. Burda da böreği yapan, Pamuk'un annesi Şeküre Hanım'dır.
  Daha pek çok şey yazılabilir: Benimse derdim -bu kez- yazmak değil, okumak.
  Siz de alın, okuyun okutun. Pamuk'un denemeleri, romanlarından daha keyiflidir benim için. Elinizde kahveniz, göl kıyısında Pamuk denemeleri okumadıysanız, bu hayattaki en büyük keyiflerden birini kaçırıyorsunuz demektir.
  Yeni notlarımla yeniden yazacağım.
 
  Pamuk'un manzarası daim olsun.

0 Yeni fikir:

Yorum Gönder