1 Temmuz 2010 Perşembe

Madımak, Unutmadım Seni




Bu ülkenin her şeyini sevdim.
Bu ülke sadece güzelliklerden oluşmuyordu. Ama ben çirkinliklerini de sevdim.
Üçüncü sayfa haberlerinin boyutuna şaşırsam da, aksaklıkları görsem de, bu ülke onu ilerletecekleri bir türlü sevmese de, ben kanımla canımla sevdim onu. Hep gurur duydum, hep minicik bağrıma bastım.
Ama bir gün var ki, utanıyorum ey ülkem senden. Bir gün var ki, o gün yaşıyor olmaktan da utanıyorum. O gün bugün, 2 Temmuz 1993. 33 aydının diri diri yakıldığı gün. 2 Temmuz 2010, bunu yapanların hâlâ cezalandırılmadığı, bu olay unutuverilsin diye: “Yarayı kaşımayın.” dendiği gün.
Gitmiyor gözümün önünden. Metin Altıok’un merdivenlerde oturup canlı canlı yanmayı beklemesi, çaresizliği ve dışarıda vahşice kahkaha sesleri. “Ölün lan” diyenler. Bunu din adına yapanlar üstelik, ömürlerinde ellerine bir kez Kur’an almamışken. Bunu hangi din emreder, hangi din bir insanı düşündüğü için yakmanızı diler, hangi din, o insanların külünü solurken “ Gazamız mübarek olsun!” dedirtir? Bunu din adına yaptılar üstelik.
Binlerce insan vardı o gün orada. Genco Erkal’ın “Sivas ‘93”ünü bir izleyin, canlı canlı göreceksiniz. Binlerce insan vardı. Ve hepsi de şahitti bu katliama. Akın akın geldiler, cihata gider gibi hazırlandılar, kahvelerden insan çağırdılar. Ayaklarını yere vura vura gittiler Madımak’a. Ve ateşe verdiler oteli, sonra zevkle, hırsla tepindiler yerlerinde. Otomobilleri yaktılar. Biri kurtulsa ateşten, onu tekrar ateşe attılar. Onlar yaptı; ama, onlar gibi düşünmeyenler, devlet bakanları, açın okuyun, daha da çirkindiler o gün. Onlar da Ankara’dan zevkle seyrettiler. Çernobil hatırası çaylarından içtiler( Hayır, kendisi Kuşburnu çayını severdi.). Yedi saat boyunca müdahale etmedi polis. Kimdi dost, kimdi insan? Kim ağlıyordu ya günahsızca yanan insanlar için? Var mıydı öyle biri? Öyle bir unutuldu ki, öyle bir üzeri örtüldü ki. O şahit olan insanlar, her gün evlerine gittiler, yemeklerini yiyip çocuklarına sarıldılar sonrasında. İnsanmış gibi yaşadılar.
Ama o gün canlı canlı yaktıkları insanların ne oradan kurtulanları, ne de ölenlerinin çocukları yaşamadılar artık. Laf değil bu. Buna kimin hakkı var?
Daha da kötüsü nedir, bilir misiniz? Hâlâ bir katliam gibi görünmüyorsa bu olay, cezalandırılmamışsa bunu yapanlar, bir kebapçıysa o otel dalga geçer gibi, devlet bir not bile koymamışsa oraya, yani unutun ya diyorlarsa gözünüzün içine baka baka. Daha kötüsü budur.
Bir devlet, böyle bir olayı sahiplenmez. Bir devlet, böyle bir olayı unutturmaya çalışmaz. Çünkü bilmelidir ki, unutturamaz. En azından ben yaşadıkça, en azından benim gibi düşünen birkaç kişi oldukça. Ve hep olacaktır.
Benim inanamadığım, bu olayı vahşice görmeyenler, dahası. İyi olmuş, diyenler. Var böyle insanlar. Bir tren kaza yapınca ahlayıp ağlayan, ama bir otelde bile bile insanlar yakılınca, sırf şâirler diye “iyi olmuş” diyen insanlar onlar. Ben tanımıyorum onları. Ve düşünce özgürlüğüne inanmıyorum.
Benim canım yanıyor, her 2 Temmuz’da. Gitmiyor çünkü gözümün önünden o fotoğraf, gitmiyor.
Unutturacaklarmış, güldürmeyin. Şiirlere geçmiştir artık, hadi sıkıysa unuttursunlar.
Akgün Akova’nın şiiri, en çok hissettiren bana o günü. “Madımak Oteli.” Hani diyor ya: “Çocukluk arkadaşınızdı otel kayıt memuru, önce onu yaktınız.” Ve hani bir de:
“akşamları geçerek önümden gidersiniz evlerinize
yıkıntıma sinsi sinsi gülersiniz
kapıda sizi karşılayan çocuklarınız
onlar da öğrenir bir gün
içindeki insanlarla yaktığınız
bir otelin
sonsuza dek
kül tüküreceğini yüzünüze.”


Ne yazsam abartıyorum sanacaksınız.
Şâirlerini yaktığın için ey ülkem, şiirin yok senin artık.
Ve derin derin kül soluyacaksın her 2 Temmuz günü.
Ve, insanı canlı canlı yakmaktan zevk alan, onu nefessiz ve çaresi bırakan, yollarını kapatan, kapının önünde sloganlar ve kahkahalar atan insan(!), sen de şunu bil ki, sen Fatih’in, sen Ahmet Yesevi’nin, Yunus Emre’nin değil; sen Nesimi’nin derisini yüzen, Hz. İbrahim’i ateşe atanların torunusun.

Doğum Günü Hediyelerim;)

Bu yılki doğum günüm oldukça bereketliydi:) Hediye yağdı, alanlar sağ olsunlar.
En güzel hediyem tabii ki, dünyanın en kutsal şeyiydi, bir kalem.
Her sektörün nasıl markaları varsa, kırtasiye dünyasının da markaları var, biliyorsunuz. Mesela, Moleskine defter entelektüeller arasında oldukça ünlü bir markadır. Okuyan yazan insanların birbirini tanıma yoludur Moleskine defter, yakaya takılan karanfil gibi:)

Benim de Moleskine defterim var elbette. Ama inkâr edemem ki, Ece Ajandam ondan daha kıymetli benim için. Ece ajandasının güzel tarihçesi ayrı bir yazı konusu olur.

Lafı uzattım: İşte, kalem dünyasında da Cross oldukça ünlüdür. Ve hayatının en önemli öğesi, kalem olan bir insan için bundan daha güzel bir hediye olamazdı.
Önce güzeller güzeli ahşap defterim:


En az bunun kadar güzel bir hediye de, Gündem724'teki yazımın konusu, onun için koymadım fotoğrafını. Yazıyla beraber ekleyeceğim onu da.