21 Kasım 2009 Cumartesi

"Garsonların Yapmaması Gereken 100 Şey"den Mülhem



Dün Habertürk' te Nilay Örnek'in yazdığı bir konuydu aslında bu. Kendisi de bu yazının ilhamını New York Times'dan almış. "Yazının en iyisi ilham verenidir." diye düşünürsek "ilham perisi" gibi bir konu olmuş anlayacağınız.

Sıklıkla dışarıda yemek yiyen biri olarak, "Ben de görüşlerimi bildireyim, ayol benim nerem eksik?" düşüncesiyle bir iki kelam etmek istedim bu konu hakkında.

Aslında neyle karşılaşırsam karşılaşayım, bunu pek de sorun etmiyorum. Garsonların bazı olumsuz hareketlerinde onları suçlamak yerine, bir sorunları olabileceğini, bunun bir "insanlık hâli" olduğunu düşünürüm evvel.

Ben bu düşünceyi küçüklüğümde okuduğum bir röportaja borçluyum ve fakat. Rivayet ederler ki, canım yakışıklım Tarkan ekibiyle bir restorana gitmiş. Ekipten biri çok pişmiş et istemiş; et üç kez geri gitmiş ve yine de adamın istediği gibi gelmemiş. Adam sinirle garsona bağırmak niyetindeyken Tarkan durdurmuş onu:

"Adamcağızın üstüne gitme, kim bilir ne sorunu var; yüzünü görmüyor musun?" demiş.
Her olaydan ders alma istidadına sahip özceğizim bunu unutmadı elbette.

İşte bugün bile hâlâ yanlış yapılmış bir işi eleştirmeden "iki kez" düşünürüm. ( "İki düşün, bir söyle!" uyarınca)

Ve lakin, mesleğini sevmeyen, insana hizmetin en büyük hizmet olduğunu unutan, mesleğini hiç onaylamayacağım bir sınırlılıkla küçümseyen meslek erbabı, müşteriye bazen kasıtlı olumsuz hareketlerde bulunmuyor da değil.

Sizi bilmem; ama ben, benimle ilgilenen garsonu severim. Menüye hâkim olan, güleryüzlü, yemeği bitirip kalkayım diye gözümün içine bakmayan, mekânını sahiplenen ( en önemli madde bu) garsonlar, mekânın yemekleri ahım şahım değilken bile oraya yeniden gitmeme sebep olmuşlardır.

Mesela yemeği yarım bıraktığımda: "Efendim, yemekte bir sorun yoktu, değil mi?" yahut "Yemeklerimizi nasıl buldunuz?" sorusu, o adamın mekânını sahiplendiğini kanıtlar ve benim hoşuma gidiyor bu mutlaka.

Yemekte kıl çıktıysa, garsonu çağırıp kulağına söylerim. Eğer, garson endişe edip kasada o yemeğin parasını ödemememi sağlıyorsa ve mekân adına özür diliyorsa, "kıl"a rağmen benim gözümde yüceliyor ve yer hakkında kötü düşünmüyorum. Fakat, kimileri, bu sanki sizin suçunuzmuş gibi davranıyor; işte buna katlanmam güç.
  • Kendini beğenmiş garsonu sevmiyorum. Bana kendimi rahat hissettirecek kadar iyi, yemek istediğimde daha ben sormadan sosları, ekmeği getirecek kadar atik garsonlara bayılıyorum.

  • Bir şey istediğimde ortalıktan kaybolan, neredeyse yemek bittiğinde isteğimi hatırlattığımda, yine ortadan yiten tipler var bir de.

  • Müşterilere asılan, laubali (Kimisine yakışıyor Allah için) yahut bahşiş meraklısı garsonlardan da hazetmiyorum.

  • Defalarca gittiğiniz, müdavimi olduğunuz mekânlarda- ki ben iyi bir müdavimimdir- sizi, oraya ilk kez gelenlerden ayırarak, tebessümle: "Hoş geldiniz, nasılsınız?" diyenler, adımla hitap edenler, oraya gitmemden adeta mutlu olmuş gibi davrananlar, her zaman yediğiniz yemeği bilip onu mu yiyeceğinizi soranlar- ki benim her mekânda belli yemeklerim vardır- ise, mesleğinin piridir ve beni ciddi anlamda mutlu ederler. Böyle bir insana öyle güvenirim ki, sevdiğim arkadaşlarımı da ona göndermekten mutluluk duyarım.

"Özge'nin misafiriyseniz başımızın üstünde yeriniz var." diyerek arkadaşlarıma müthiş bir misafirperverlik gösteren, onlara ikramlarda bulunan o garsonu unutmam mümkün değil.

  • Ve garson, temiz olmalı. Yakışıklı da olabilir bak.

  • Masamın ben geldikten sonra silinmesi, aslında garsonun eksiğidir ve genelde yaşarız bunu.

Klişedir; fakat, hakikaten mesleğini sevmek lazım. Her yerde ama her yerde, her meslekte, işini sevenler ayrı bir ışıldıyor; ben bunu bilir bunu söylerim.



0 Yeni fikir:

Yorum Gönder