29 Ocak 2011 Cumartesi

Gündelik-II: Frida Kahlo, Kot İşçileri Konseri, Özdemir Asaf

   Size son yazımda bahsettiğim, silikozis hastası kot işçileri yararına düzenlenen konserdeydim 25 Ocak akşamı. Bir saat belgesel gösterimini de katınca beş saat süren, yorucu bir konserdi. Ancak hiçbir konserde örneğine rastlayamayacağınız çeşitlilikte olduğunu söyleyebilirim. Her yöreden türkülerle Türk Halk Müziği, rock, pop, ritm, dans, belki bir nebze arya... Tüm destekçi sanatçılara ve derneğin kurucuları, emekçileri Yasemin Göksu ve eşi Mehmet Demir'e teşekkür ederim. Özel bir teşekkür de, İspanya'dan bu konser için gelen ve tüm masraflarını kendisi arşılayan Oryantal Christiane Azem için. Gecenin yıldızları ise bence- Leman Sam sevdama rağmen- Mor ve Ötesi'yle Marsis'ti.


Konser arasında, derneğe ait ve yine bağış amaçlı rozetler, afişler, gösterimi yapılan belgeselin ve silikozis konulu kısa film “Dönüş”ün cd'leri satıldı. Ben Serdar Yıldırım'ın çektiği bu filmi ne zamandır merak ediyor ve arıyordum, tabii bu fırsatı kaçırmadım.
   Gece yarısına doğru bittiği için oldukça yorulsam da, gidebildiğim için gerçekten mutluyum.

   Yeri gelmişken bu bağış konserlerine nasıl baktığımdan da söz edeyim: Bu, bana etik gelmiyor. Yani yaptığınız bağışın karşılığını aldığınız zaman aslında bağış yapmış sayılmayabilirsiniz bile. Kurumlar, bağışları artırmak ve seslerini duyurmak için elbette böyle etkinlikleri düzenlemek zorunda kalıyorlar. Bu konserlere gidip onları desteklemek önemliyse de, seyircinin bunun gerçek bir yardım olmadığını bilmesi gerek. Bunun gibi karşılığını aldığın hiçbir yardım da gerçek bir bağış sayılmaz bana kalırsa. O sebeple asıl destekçiler, derneği bu zamana kadar yaşatan o isimsiz ve yardımsever insanlardır.
   Konserin sonunda sahneye çıkan silikozis hastalarını ve küçük çocuklarını görünce hakikaten çok üzüldüm. Para için canlara kıyılıyor. Düşünün, bu fotoğraftaki çocuklar, eğer babaları tedavi edilemezse, yakın zamanda babasız kalacaklar. Yalın gerçek bu. Ne olur, siz de elinizden geldiğince duyurun bu mücadeleyi. Hayatımız, yemekten içmekten uyumaktan ibaret olmasın, bir canı belki kurtarırsınız; hayatımızı anlamlandırırız.

                                                                             * * *
Kocası Rivera'yı kucağına almış Frida
Frida Kahlo, Evreni Kucaklayan Aşk, Toprak(Meksika), Ben, Diego ve Senyor Xoleti, 1949
Bunun ardından bahsetmek biraz yersiz olacak. Ama ha yazdım ha yazacağım derken neredeyse sergi sonlanacak diye hakkında bir iki kelam edeyim dedim. Frida Kahlo ve eşi Diego Rivera'nın resim sergisinden bahsediyorum. Benim gibi resmin teknik tarafından çok fazla anlamayan biri için bile büyüleyici bir sergiydi. Frida'nın otoportreleri, neşeli renkleri sizi o anda çarpmasa bile sergiden çıktığınızda aklınıza kazınıyor; olur olmadık yerlerde hatırlıyorsunuz. Rivera, Frida'dan daha kıdemli bir ressam; fakat ben yine de Frida'yı tercih ederim.
   Pera Müzesi'nde 20 Mart'a kadar sürecek bu sergi, Türkiye'ye ilk kez geliyor.
   Renkli ve kendine has kıyafetleriyle, Rivera'yla yaşadıkları sallantılı aşkla hep merak uyandıran bir kadın oldu, hatta filmi bile çekildi Frida Kahlo'nun. Müzenin bir köşesinde, onun hayatını anlatan bir belgesel de dönüyor sürekli, izleyebilirsiniz.

Karakalem. Ayrıntılar insanı sarsıyor.
   Genç kızlığında, yaşlı bir adam olan Rivera'yı daha tanımadan sanatına âşık olup onunla evleneceğini söyleyen, sonunda haklı çıkan, Rivera'dan bir çocuk hayatının büyük isteğiyken hastalığı sebebiyle çocuk sahibi olamayan Kahlo'nun tabloları, onun hayatı bilindiğinde daha da anlam kazanıyor. Sürrealist resme yöneldiğinde hep ayakları çizmiş (bir ayağı daha kısa olduğu için; ömrü boyunca, ona tarzını kazandıran uzun etekleri giymesinin sebebi de bu) ve düşük yaptığında çizdiği cenin resmi, kanaması olduğunda Rivera'nın onu çizdiği resim beni sarstı. Acısını resimden bile hissettim, çok çarpıcı; muhakkak görmelisiniz.

Frida'nın ilk sergisine ait bir davetiye de sergilenenler arasında.



Gitmişken realist Rus resimlerini de görmek şahane oldu. Bu tablolar da Rus Devlet Müzesi'nden ilk kez getiriliyor. Tolstoy'un da bir portresinin bulunduğu bu sergiyi anlatacak kelime bulamıyorum; çünkü ben hakiki anlamda Rus ressamları hayranıyım. Gerçekliğe, renklere hayretle bakmamak elde değil. Simsiyah bir fonda, simsiyah kıyafetiyle çizilen bir portrenin nasıl da fonla karışmadığını, kadifeymiş gibi görünen elbiseleri (Resimde bunu nasıl yaparlar, aklım almıyor), devasa bir pazar yeri tablosu (şaheser), hepsi hepsi birer şaheserdi. Bunların bir ikisini burda paylaşsam bile yakından görmenizi tavsiye edeceğim; çünkü burada hakikaten sıradan birer resim gibi görünüyor. Fırçaların izine kadar görebildiğiniz bu resimleri yakından görmeden ve realist sanatı tanımadan hakikaten hiçbir sanatla uğraşmamak gerek. Bu resimlerle Tolstoy'un, Dostoyevski'nin eserleri adeta canlanıyor.
Nikolay Yaroşenko, Yazar Lev Tolstoy'un Portresi, 1894

Kapiton Zelentsov, Piyotr Basin'in Atölyesi, 1833

 

Bu, yaklaşık 3 metre boyutunda bir resimdi. Mutlaka yakından görülmesini öneririm.
Konstantin Makovski, Maslenitsa Bayramı'nda St.Petersburg'da Admialteyski Bulvarı, 1869
   Alt kattaki Oryantalist koleksiyon sergisinde Osmanlı'yı resmeden tablolar, “Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı ünlü tablonun aslı, Osman Hamdi Bey'in diğer bir iki tablosu ve dönemin İstanbul'unu da gitmişken görünüz. Bilen bilir, kahvehane araştırmacısıyım; kahvehaneye ait tablolar zaten beni heyecanlandırmaya yetti. Bu sergiye ikinci kez gidiyorum ve bu seferde de ilki kadar hayran oldum. Hareme dair tartışmalar da bu denli artmışken gidip yabancı ressamların hayal ettikleri haremi çizdikleri tabloları görmek fena fikir değil.
   Pera Müzesi, Meksika, Rus ve Osmanlı tablolarını (Oryantalist demek daha doğru) aynı anda sunuyor. Hatta eski çağlardan bu yana Anadolu'da kullanılmış ağırlık ve ölçülerinin sekiz binden fazla parçasını da görebilirsiniz müzede.
   Hiçbir sergiye gitmemiş, resmi de fazlaca bilmeyen biri iseniz bile, gözünüzü ve ruhunuzu sadece burayı gezerek bile doyurabileceğinizi iddia edebilirim.
   Kahlo ve Rivera sergisini başladığından beri 25 bin kişi ziyaret etmiş, bunu da belirteyim.
                                                                              * * *

28 Ocak'ta 30. ölüm yıl dönümüydü Türkiye'nin en çok sevilen şairlerinden Özdemir Asaf'ın. “Türkiye'nin en çok sevilen şairlerinden” tamlaması, öylesine bir tamlama değil. Hangi şiirsevere şair ismi sorsam onun adını vermiştir. Benim de küçüklüğümde aldığım üçüncü şiir kitabı ona aitti.
   Kızı Seda Arun o gün Cumhuriyet'te ne güzel dedi:

“... Ama babam: “Bir insan bir insanı bir şey görür, bu hayattır. / Bir insan bir insanı birçok şey görür, bu sevgidir. / Bir insan bir insanı her şey görür, bu aşktır. / Bir insan bir insanı hiçbir şey görür, bu doğu’dur. / Bir insan bir insanı görmez, bu ölümdür” der.
   İki ay süren kısa hastalığının ardından babam gitti. Benim babamı “görmez”liğim 30 yıldır devam ediyor.
   Ama Özdemir Asaf yaşıyor.”
                                                                   * * *
Not: Bir kehanet mi gerçekleşiyor: Amazon, 2010 yılının ilk üç ayında sattığı e-kitap sayısının basılı kitabı geçtiğini duyurdu.