26 Haziran 2010 Cumartesi

Doğum Günü


-Bir gün gecikmeli, aslında düne ait bir yazı…-

Bugün, bir pencere ardından yeni doğmuş bir bebeği izledim. Çok çirkindi, ama nedensiz gözlerimi alamadım ondan. Kıllıydı, ufacıktı, kırmızıydı. Hayata açamadığı gözlerinin yüzünde bıraktığı çizgi şeklindeki ize baktım, şiş göz kapakları neredeyse yüzünü kaplıyordu. Sanki doğmadan önce öğretilmiş gibi, kol desen kol değil minicik organını kaldırıp gerinmesini izledim. Ağlarken çenesi titriyordu, o ağlarken benim içim acıyor, ona kanım kaynıyordu.
Onu izlediğimi ne annesi biliyordu ne de o. Ona konmuş adı merak ettim. Ömür boyu taşıyacağı kimliği duymak istedim. Biliyor muydu acaba, çok zorlu bir yola girmişti. Anne ve babasının üzerine düşünmeden on beş dakikalık bir birleşmesi çağırmıştı onu. O seçmemişti, ona gel denmişti; ama bilseydi ki sonunda böyle bir yolculuk vardır, eminim ne pahasına olursa olsun gelmezdi. Belki de istenmeyen bir çocuktu, ki bu ihtimal sergüzeştini daha da kötü kılacaktır.

O bilmiyor, henüz bilmiyor. Yavaş yavaş büyüyecek, bizlere benzeyecek. Kolları adım adım bizimkiler gibi olacak, giderek öğrenecek, hayata uyum sağlayacak. O bebek kokusunu kaybedecek, saniye saniye masumiyetini yitirecek. Farkında bile değil. Şu an yalnızca hayatı emiyor annesinin memesinden, tek ihtiyacı bu. Oysa giderek artacak ihtiyaçları; önce oyuncak isteyecek, sonra bisiklet, sonra bilgisayar, sonra iş, sonra eş, sonra ev, araba… İsteyecek de isteyecek.
İnanılabilir mi ki, bu minicik bebek kocaman kadın olup aşık olacak bir gün. Tipi nasıl olacak acaba, cazibeli olacak mı, yürekleri titretecek mi bu ne yaptığını bilmez kedi yavrusu? Şimdi dişlerinin bile olmadığı boş bir ağzın bir gün önem verdiği meseleler hakkında konuşmak için açılacağını tahmin edebiliyor mu?

O açamadığı gözleri, kitapları, insanları, doğayı tanıyacak. İyiye de bakacak, görmemesi gereken çirkini de görecek yer yer. Kah temizlenecek, kah kirlenecek o gözler; kah içi parlayacak, kah dolacak.
Şu el kadar yavru, yaşlanacak. Tansiyon hastası olacak belki. Çok anarşist olmazsa, toplum kurallarına göre yaşarsa torunları bile olacak hatta. Kendi bebekliğini unutup başka bebekleri sevecek. Onla beraber herkes unutmuş olacak onun bir gün bebek olduğunu. Bebeklik fotoğrafları gösterilse kendisine, bir yabancıya bakıyor gibi bakacak fotoğrafa.

Annesi, babası nasıl bir gelecek düşünüyor ona? Bakın, bunu çok merak ediyorum. “Yavrumuz okusun büyüsün, iyi bir eşi olsun, mutlu olsun.” mu diyorlar sade, yoksa: “Yeni bir şey keşfetsin, dünyaya yarar yenilikleri olsun, gerektiğinde davası için darağacına gidecek cesareti olsun.” da diyorlar mı?
Benim gelecekten geldiğimi bilseler, bana inanacak olsalar, o çocuğun nasıl bir tipi, nasıl bir kişiliği olduğunu anlatabilirdim onlara. Üç buçuk yaşında okumayı yazmayı öğrenecek, yolunu Homeros’un sırrını keşfetmeye adayacak, dünyaya dair dertleri olacak, sanatı çok sevecek; iyi arkadaşlar edinecek, iyi yerlere gidecek, yiyecek içecek; en güzel mutlulukları, en aşağılık kötülükleri yaşayacak. Başkaldıranları çok sevecek. Ama utangaçlığı, sürekli sıkılması yüzünden hiçbir yere sığamayacak desem… Yok, belki de şöyle demeliyim:
“Sizin çocuğunuz, size hep bağlı olacak. Hep güzelce okuyacak okullarını. Ama gerisini sormayın. Hani Sezai Karakoç da der ya, ‘ötesini söylemeyeceğim’. ”
Ne derlerdi, pişman mı olurlardı onu dünyaya getirmeye vesile olduklarına? Sevinirler miydi? Anne babadır, tabii sevinirlerdi.

Tuhaf şey, insanın bir bebeği izlemesi. Hele kimliğini biliyorsa. Ortasını ve şimdisini bildiği bir yolculuğun hiç görmediği bir safhasını dışarıdan izlemesi olağanüstü. Büyüyecek de, kendine ait düşünceleri olacak ha, unutup meme emmeden yaşayamadığı günleri, ahkâm kesecek ha?
Ben de mi bebektim, sahi mi? Konuşamadığım günlerin öncesini hatırlayamamam ne acı. Melek olduğum günleri neden hatırlayamıyorum; haksızlık değil mi bu? Büyüyene, dünyaya alışana dek meleklerin kulağımıza fısıldadıklarını hatırlamamak için mi? Bir melekten insana nasıl dönüşüyoruz peki? Dünyaya ait yeterliklerimiz arttıkça, neden unutuyoruz anne karnından önceki yerimizi? Sınavın bu kadar zorlaştırılması mı gerekirdi?

Tanrı, yarattığı dünyalar güzeli bebeğin giderek kirlenmesine şahit olurken bu kadar merhametli olabilmesi inanılmaz. Boncuk boncuk bakan bir çocuğun yıllar sonra katil olabileceğini düşünemiyor insan.
Bir sergüzeşti, bir hayatı olacak bebek… Sen daha oluşurken katip meleğin alnına yazdığı kaderden memnun olacak mısın, bilmiyorum. Sen bu hayatta sırrı bulacak mısın, sınavı başarıyla bitirecek misin, bilmiyorum. Toprağı bir gün tadacağını düşünmek bile istemiyorum, dahası. Belli bir sona, güzel bir hikâye oluşturmak senin bütün derdin, hayat bu. Hem seçimlerin olacak hem seçemediklerin. Yolculuğun başladı. İyisi mi dinlen biraz, büyü biraz, güç topla. Biraz.

Ben senin geleceğini biliyorum. Ama beğenmezsin belki diye açıklamaktan korkuyorum. Şu an uzağımdasın, ben sana anlatayım tamam; ama sen de bana kokunu duyur. Kulağına söylenenleri duyur. Bebekliğimi yaşat bana bir saatliğine.

Bebek, sen beni bilmezsin. Keşke görebilsen. Ve ben de keşke görsem seni.

Bebek, biliyor musun, sen bensin. Bugün doğdun bebek, bana bir ruh hediye ettiğin için, iyi ki doğdun.
Yirmili yaşlarından sana merhaba.