20 Kasım 2009 Cuma

"Koku"- Patrick Suskind







Okuduğumda çok etkilendiğim ve "en sevdiğim ilk beş roman" listeme muhakkak aldığım bir romandır "Koku". Yazar Patrick Suskind'i bu romanı yazdığı için kıskanıyorum.

Dünyada, yazılmış yazılabilecek beş on konu olduğunu söyler uzmanlar. Ve, hani o meşhur söz:" Güneşin altında yeni hiçbir şey yoktur." Oysa bu roman konusuyla, tam da "yeni"ve "farklı"dır.
Okumayanlar için biraz özetleyeyim:

Kahramanımız Jean Baptiste Grenouille, koku alma duyusu sıradan bir insanınkine göre fazlasıyla gelişmiş, fiziksel olarak neredeyse ucube, insanlardan kopuk ve yalnız biridir. Onu diğer insanlardan ayıran özellikleri, insanların ondan korkmalarına ve onu dışlamalarına sebep olmuştur. Onunsa, bunlar umrunda dahi olmaz. Onun tek derdi, dünyadaki her şeyin kokusunu tanımaktır.

Jean- Baptiste, nesnelerin isimlerini bile kokuları sayesinde öğrenebilmektedir. Koku alma duyusu dışındaki tüm yetileri zayıftır; zor öğrenir ve oldukça geç konuşur.

Fizikî yapısı da sıradan insanlardan farklıdır : Her işçinin öldüğü tabakhanede o uzun zaman çalışır ve diğer insanları da şaşırtan şeklide, ona hiçbir şey olmaz.
Parfümcülükte eski şöhretini yitirmekte olan bir parfümcünün yanında çalışmaya başlar. Bir parfümü kokladığı an, hemen alt notalarını bulup hemen aynısını yapabilmektedir. Binlerce, binlerce yeni koku üretip parfümcüsünü de ihya eder. Bunlar karşılığında tek şartı, parfümcünün ona "koku damıtmayı" öğretmesidir.
Bu, önemli bir ayrıntı; çünkü Jean sevdiği kokuların bir gün yok olma ihtimali karşısında çıldırabilir, hatta intihar dahi edebilir. Onları hapsetmek için de kokuları damıtmayı öğrenmelidir.
Ve bir gün, Jean kendi kokusunun olmadığını fark eder. Tüm insanların kendilerine has bir kokuları vardır, o hariç. Bu gerçek onu çılgına çevirir. Bundan sonraki tek hedefi, kendine bir koku yaratmaktır; bu öyle bir koku olacaktır ki, o kokuyu duyanlar ona hayran olacaklardır.

Bunun için de, gözünü kırpmadan bir sürü cinayet işleyecektir. Çünkü kokusunun hammaddesi, bakire ve özel bir güzelliği olan kızlardır.

Sonunu elbette anlatmadım; okumadıysanız mutlaka okumalısınız.
1979'da yazılan, dilimize 1987'de çevrilen bu kitabın "Perfume" adıyla filmi de çekildi biliyorsunuz. Fakat ben bu filmi uzun zaman izlemedim; çünkü kitaptan uyarlanmış filmler, çoğu zaman hayal kırıklığı yaratıyor bende.
Bu yaz, filmi de izledim ve Fransız sinemasının önünde saygıyla eğilsem yeridir. Bu kadar başarılı bir uyarlama çok az şanslı kitaba nasip olur. Bu filmi Hollywood çekseydi, şu an muhtemelen bir hayal kırıklığını daha konuşuyor olurduk. "Şiir gibi" bir film, tam bir sanat eseri ( Hollywood yapımlarını izlemeye alışan izleyici, muhtemelen bu filmi uzun ve sıkıcı bulacaktır.).
"Das Parfum", postmodernist bir roman aynı zamanda. ( İlgisi olanlar, "Koku" romanının postmodernist açıdan incelendiği bir yüksek lisans tezini, benimle irtibata geçerek elde edebilirler.)
Ey okur! Aşk meşk, komplo teorileri içeren yahut tarihî gerçekleri sapıtan romanları okumaktan sıkıldıysanız, bence bu romana bir şans verin.












Koku, Patrick Suskind, Can Yayınları, 264 sayfa




Şu an İdeefixe'te %30 indirimle, 11.20 tl.
















Arz-ı Hâlim




Ben aslında eski bir "günlükçü"yüm.


Hâli hazırda- ve hâlâ- üç yıldır yazmakta olduğum bir blogum var. Yazmayı, yaşama sebebim sayacak kadar çok seviyorum. Orada da uzun yıllar severek yazdım.

Ama bir noktaya geldim ki, orada yazmak zul oldu; oraya duyduğum soğukluğun beni yazmaya da iştahsız bıraktığını fark ettim bir vakit sonra. Ve yeni bir adres edindim.

Okuyucu- Böyle blogların pek izleyicisi olmaz, ben bunu baştan kabullendim.- bu blogda ne bulacak sorusu benim kafamı kurcalıyor. Ben ne yazacağımı bilmiyorum aslına bakarsanız; ama bunca senelik yazma eğilimim gösterdi ki, genellikle EDEBİYAT (daima), kitaplar, siyaset, kültür- sanat etkinlikleri üzerine yazmam olası... Benim hayatım bunlardan oluşuyor çoğunlukla.

Ama yine de konu sınırlandırması yapmayacağım; bunun yazıyı sınırlandırmak olduğunu biliyorum.

Bu blogun benim için şöyle bir özelliği de var: Hayatımda ilk kez adım ve soyadım olmadan, yani bir rumuz üzre yazıyorum. Bu, bana farklı geliyor. Yani ben hep iyi ya da kötü söylemlerim adım ve sanımla bilinsin istedim. Hani, bir rumuzun ardına sığınmayı düşünmedim hiç. Bunu olumsuz gördüğümü söyleyemem, üzerine düşünmedim bile. Üzerinde düşünülmemiş bir tercihtir bu.


Sonra, bir de bunu deneyimleyeyim dedim. "Milliyet Kitap"ta bir atasözü kitabından bahsediliyordu. Atalarımızın: "Halının tozu biter, delinin sözü bitmez." sözü eni konu hoşuma gitti, beni gülümsetti bir zaman.


Ve yine düşünmeden bu ismi seçtim hem atalardan bir iz de olsun diye.

Blog, adıyla müsemma, bir başladım, hiç susmadım.

Sonuç ola ki,


Ey okuyucu, bu yazı, bir "arz-ı hâl" yazısıdır.



Okuyanlarla çoğalmak, yazanları okumak bitmesin.



Resim kaynak: Orhan Pamuk'un el yazısı