8 Aralık 2010 Çarşamba

"Büşra" ya da Başörtünün Cihangircesi


 Son günlerde başıma gelen- yahut benim ancak bu günlerde fark edebildiğim- bir şey var ki beni dehşete düşürüyor. Rastgele bir kitap okuyorum, rastgele bir film izliyorum ve bunlar, "rastgeleliği" yalanlarcasına birbirini besliyor. Yani, mesela son okuduğum kitap "para" üstüne; bilmeden seçip izlediğim film de bu konuyu ele alıyor, sonrasında okuduğum kitap da... Ve böyle...


  Gösterime girdiği gün izlemeyi çok istediğimi söylediğim "Büşra" ve yine okumayı hep geciktirdiğim "Şair Öldü" de bu dehşetin bir parçası oldular. Çünkü ikisi de, "başörtüsü" konusunu ele alıyorlardı ve bakış açıları neredeyse aynıydı. Bu yazıda "Büşra"dan bahsedeceğim, bir dahaki yazıda da "Şair Öldü"den bahis açalım.

  Büşra, fazlasıyla karikatürleştirilmiş bir figür. Büşra'nın zaten Bahadır Boysal tarafından çizilen bir karikatür öğesi olduğunu unutmuyorum tabii bunu söylerken. Filmdeki tüm karakterlerin karikatürmüş gibi yansıtılması belki de, çizimin özüne sadık kalmak adına bilinçli bir tercihtir. Ve eğer böyleyse, şu an karakterlerin ne derece "inandırıcılıktan uzak" olduklarını tartışmamamız daha yerinde olur. Ama değilse, amaç gerçekten türbanlı bir kızın yaşadıklarına değinmek, sorunlarını tespit etmek ve hatta bunlara çözüm bulmaksa, filmin çoktan sınıfta kaldığını söylemeliyim.

  Birbirinden tamamen farklı iki insanın aşkını anlatmak, tarihten bu yana büyük bir aşkı tasvir etmenin tek yolu oldu. Çünkü aşk imkânsızlığa yaklaştığı ölçüde efsaneleşir. Şeyh San'an gibi bir dervişin sevdiği uğruna Hıristiyan olması, şiirimizde aşkı için zünnar giymeyi göze alan çılgın âşıkların bulunması şüphesiz ki aşkın büyüklüğünü ve engele düşman olduğunu anlatabilmek içindir. Uğruna Troya Savaşı başlatılan Helene'nin Paris'le birlikte olması ve sonra Leyla ile Mecnun ve diğer tüm efsanevi aşklar, köle ile sultanın aşkını simgeleyen, kutsal kitapta bile anlatılan Yusuf ile Züleyha'nın hikâyesi... Hepsi, aşkın dizginsizliğinin kanıtıdır. Anlatmak istediğini kolay yoldan verebilmek için türbanlı bir kızla, onun tersi sayılabilecek bir adamın aşkını anlatmak, bizi baştan bu aşkın büyük olduğuna inandıracaktır bu sebeple.

  Filmdeyse şöyle bir sorunla karşılaşıyoruz: Büşra ve onun tersi olarak sunulmuş bir tez olan Yazar Yaman Göktuğ aslında filmin amaçladığı kadar "zıt" değiller. Büşra aslen Ferit'e ve temsil ettiği düşünülen çevreye daha uzak. Bu da bu aşkı o kadar "olmaz" durumdan çıkarıyor. Ve, bu fikirdeki Büşra ile kendi çevresinden bir adamın "olmaz", "sıkıntılı" aşkını anlatmak bu sebeple daha ilginç olabilirdi. Gerçi bu filmde birbirinden hayat tarzı olarak farklı bir kişi bile bulmak mümkün değil. Tinercilerle yazar bilgi birikimi olarak aynı seviyede; Büşra, başörtüsünü sadece simgesel olarak kullanmayı seçmiş bir karakterken Ferit'in ondan tek ayrılan yönü, içki içmesi. Büşra'nın karikatürleştirilmiş bir karakter olduğunu söylerken tam da bunu kastediyordum: Büşra'nın başörtüyle ilişkisi sığ, derinleşmiyor. Söylemlerinden anladığımız, o başörtüyü isteyerek taktığı; çünkü bize çizilen eğitimli ve bilinçli bir kız portresi. Öte yandan, kimi sahneler bizi Büşra'nın o başörtüyü zorla taktığına dair ipuçları da veriyor. Film, bu açıdan Büşra'yı nereye konumlandıracağını bilememiş görünüyor.

   Kısa zamanda, sadece bir film vaktinde tüm mesajları vermek istediği için, Büşra'nın en yakın arkadaşı sarı saçlı ve mini etek giyen bir kız, babası ve annesi ona söz hakkı tanımayan iki insan ve filmde baştan sona "başörtüsü" konuşuluyor. Oysa, günlük hayatta başörtülü ile başörtüsüz insanın ayrımı bu kadar belirgin değildir. Nesildaşsanız, başörtülü arkadaşınız "selamınaleyküm" derken siz "Memnun oldum" demezsiniz. Çünkü bizde, "Selamınaleyküm" artık dinsel bir söz olmaktan çıkıp günlük bir dil olmuştur. Öte yandan, muhafazakâr bir aile imajı (kıza evlendirirken bile fikrini sormayan bir anne baba) çizerken öteki taraftan Büşra oldukça da özgürdür. Gece kafasına estiği saatlerde eve gelir, istediği zaman çıkar (Babasının haberi yoksa da, babasından hiç de farklı fikirlere sahip olmayan anne tüm bunlara göz yummaktadır). Muhafazakâr anne, Büşra'nın sözlüsüyle Yaman'ı dövüşürken gördüğünde bile "Kim bu adam?" diye sormaz. Bu da aklıma, "Anne bana fazlasıyla özgürlükçü; filmde onlara biraz yüklenmişler mi?" sorusunu getiriyor.

  Filmde, isyan, sorunlar, entrikalar bulunmasına rağmen bunların hiçbiri derinleşmiyor, muğlak bırakılıyor. Açık elbiselere bakıp iç geçiren Büşra'nın durumu es geçiliyor. Ferit böylesine çelişkili ve bu yüzden tehlikeli bir tipken tek yaptığı rakı içerken "Neden seni seçti" demekten ibaret oluyor. Sonra, gönül illa ki, başta arkadaşlarına hava atan Ferit'in düştüğü durumdan ötürü arkadaşlarıyla karşılaşmasını istiyor. Büşra, evlilikle ilgili "tamam" demedi diye sofrada yemeğini o kabul edene kadar bekleten, kızı gelinlik fotoğraflarına bakarken Azrail gibi kapıya dikilmiş, gözleriyle baskı yapan babanın, Büşra istenmeye gelindiği günkü isyanında ne gibi tepkiler verdiğini de bilmek istiyor. İşte o zaman hikâye derinleşebilir: "Çocuklar anne babalarına değil, zamanlarına benzerler." sözü yerine oturmuş olurdu. "Başkasını seviyorum" diyen kıza bunu hiç sormamış olan anne baba, sırf başörtülü modern kız imajı çizmek için eline gitar tutuşturulmuş Büşra gerçek birer karikatür olmaktan çıkıp hayata, içimize karışırdı.

  Televizyon programı, arada karşımız çıkan tinerciler ve aforizmaları, "Maskeler" adlı kitap, "Önyargılı" değilim deyip iki lafından birisi "Türbanlısın" olan bir yazar, Ferit karakteri karikatürize durumu ispatlıyor.

  Büşra'nın aşkın imkânsızlığına baktığı tek nokta, şekillerinin farklılığına dair endişesidir. Büşra, filmle ilgili açıklamalarda söylendiği gibi, bilinçliden ziyade "iyi niyetli" ve "kabulcü" bir figürdür. Çünkü, aslında Büşra'nın yogacı Alara'dan pek bir farkı olduğu söylenemez. Yaşama bakışları açısından keskin bir fark yoktur. Neredeyse, Alara'ya başörtü taksanız Büşra'yı elde edersiniz.

  Filmin sonunda, senaryo yazarları kimseyi kırmamayı amaçlamış olacak ki, Ferit'e rakı içirmiş, Büşra'ya da sevgilisini kurtarmak için başını açtırmıştır. "Aslında yok birbirimizden farkımız"dır altyazı olarak verilen. Belki de başörtülü kesimin Cihangircesidir bu.

  Sonuç olarak, tüm karakterleri "sinema" filminde de "karikatür" ve "tek yönlü" olan, Romantiklerin tiyatro oyunlarına benzeyen bir film seyredeceksiniz Büşra'da. Burda, derinleşebilecekken ne bir isyana, ne bir çelişkili iç dünyaya, ne de adamakıllı bir farklılığa rastgeleceksiniz. Evet, sizi hiç sıkmayacak, eğlenceli, güzel nüansları bulunan, hoş bir film karşınızdaki; ama bu sizi kesinlikle düşünmeye sevketmeyecek. (Sevketmesi de gerekmez; ama yazar ve yönetmenin iddiası bu)

  Filmin yazarı ve yönetmeni, film hakkında: "Biz başörtüsü sorununu işliyoruz. Bu yüzyılın imkânsız aşkı, liberalle muhafazakâr arasında yaşanabilir ancak. Büşra, Romeo ve Juliet'in imkânsız aşkının toplumumuza uyarlamasıdır. Bunu işledik. Daha önce böyle bir film çekilmedi, cesur bir iş yaptığımızı düşünüyorum" demeselerdi, gerçekten hoş bir film izlediğimi düşünüp o minvalde yorum yapacaktım. Ama ben bu açıklamalardan sonra karşımda iddiasında başarısız olmuş bir film görüyorum. Çünkü, ortada cesaret gerektirecek bir senaryo değil, kucaklayan, birleştiren, karakterleri bile işine geldiği gibi çizen bir yazar var. Yönetmenin şöyle bir açıklama yapmasını tercih ederdim ve o zaman bu filmi kesinlikle çok başarılı bulurdum: "Biz tespit etme, çözüm sunma, bir başörtülü kızın yaşamını işleme konusunda iddialı değiliz. Çekmek istediğimiz, içinde mizah öğeleri bulunduran, karikatürümüzü hayata geçirecek ve aşk karşısında farklılıklarımızı sorgulatacak, herkesi anlamaya çalışan naif bir aşk filmi yapmaktı."

  Ama söylemiş miydim, cadılar bayramında tek kostümsüzün başörtülü kız olması (Daha "Cadılar Bayramı"nın bahsedildiği ilk sahnede, Büşra'nın başına gelecek hadiseyi anlamış olsak da), ona karşı çıkan kişinin özgürlük deyip duran ama Hitler kılığında biri olması, Büşra'nın kendi etrafında semazenleri hatırlatır dönüşü, kendisini bir an arzularına bırakıp öpüşürken ezan okununca anında kalkıp gitmesi, filmin sonunda Yaman'ın saçını açan Büşra'nın saçlarını kokladığı sahne (Bu filmi sırf bu sahne için bile izleyebilirdim) gerçekten hoştu.

  Yine de, bir film, bir kitap, bir resim, sanat eserleri; yığılmış ve üst üste konmuş ögelerle değil, yedirilmiş ve en önemli parçalardan terkip edilmiş olmalı. "Bir film yapayım, türbanla ilgili bildiğim ne varsa koyayım" demek yerine (Şu sahneye Atatürk heykeli koyayım, mesajın kralını vereyim, şu sahnede başörtülü kızı bara götüreyim...vs.) derinleşen az bilgiyi kendi adıma tercih ederdim. Yine komik, yine eğlenceli, yine romantik olurdu, şüphe etmeyin.

  O değil de, "Renkli Rüyalar Oteli"yle başlayıp kentli yalnızı anlatacakken "Selvi Boylum Al Yazmalım" a da dönmüşsünüz, hadi hayırlısı.

7 Aralık 2010 Salı

2. Edebiyat Mevsimi Edebiyat Festivali Programı

 2. edebiyat festivalimiz dün başladı ve 11 Aralık'ta sona erecek. Yer, Kızlarağası Medresesi ( Sultanahmet). Ben geçen yıl bu festivale katılmıştım. Bu yıl da katılacağım elbette. İnternette tam programına çok zor ulaştım, bunun için blogda da yayımlamak gereğini duydum. Haberi olmayan varsa bu vesileyle de duymuş olur diye düşündüm.

 Program bence doyurucu.


7 Aralık 2010 Salı

HİKÂYE ATÖLYESİ

Roman Karşısında Öykü

Saat: 13.30-16.30


• Yön.: Necati Mert

“Romanın İktidarında Öykü Sivilliği”

• Cemal Şakar

“Hikâyede Kahramandan Tipe”

• Melek Paşalı

“Hikâye Neden Güzeldir?”

• Sibel Eraslan

“Vaktin Oğlu Olarak Hikâye”


MÜREKKEBİ KURUMADAN

Yazarın Serçe Parmağı’nda Ne Var?

Saat: 17.00-18.30


• Takdim: Asım Gültekin

• Gökhan Özcan / Serçe Parmağı

* Gökhan Özcan ile yeni çıkan kitabı hakkında söyleşi…

ŞİİR AKŞAMI

İstanbul’da Şiirden Bir Akşam

Sunucu: Mehmet Şahin

Saat: 19.30-22.00


Ahmet Mercan

A. Ali Ural

Betül Dünder

Cafer Keklikçi

Furkan Çalışkan

Hüseyin Akın

Kâmil Eşfak Berki

Mehmet Can Doğan

Mehmet Erte

Mustafa Fırat

Osman Sarı

Sedat Umran

Zeynep Köylü


8 Aralık 2010 Çarşamba


ROMAN ATÖLYESİ

Romanların Unutulmaz Kahramanları

Saat: 13.30-16.00


• Yön.: Fatma K. Barbarosoğlu

• Nazan Bekiroğlu

“Unutulmaz Roman Kahramanlarım”

• Oya Baydar

“Romanlar mı Daha Kalıcı, Kahramanlar mı?”

• Şebnem İşigüzel

“İtinayla Roman Kahramanı Yaratılır: Roman Kahramanı Olmak İsteyen Dedem Abidin İşigüzel ve Onun Bu Hayalini Gerçekleştiren Romancı Torun”

• Zeki Bulduk

“Modern Dünyanın Kapısında Mistik Roman Kahramanları”

EDEBİYATIMIZDA ÇEVİRİ

Bir Sanat Olarak Tercüme

Saat: 16.30-18.30


• Yön.: Cemal Aydın

“Dünyanın En Sorumlu İşi: Tercüme”

• Ahmet Cemal

“Bir Sanat Olarak Edebiyat Çevirisi”

• Necmiye Alpay

"Edebiyatımızda Olası Çeviri Etkilerine Dair"

• Samed Karagöz

“Türk Edebiyatının Küreselleşmesi Açısından Çevirinin Önemi”

• Senail Özkan

“Tercüme Estetiği ve Poetik Tercüme”

• Tozan Alkan

“Şiir Çevirisi ve Güçlükleri”

SİNEMA GÖSTERİMİ

Sinema-Edebiyat İlişkisi

Saat: 19.30-22.00
Söyleşi: Burçak Evren – İhsan Kabil

Dünya ve Türk Sinemasından Örneklerle Sinema-Edebiyat İlişkisi


9 Aralık 2010 Perşembe


DENEME ATÖLYESİ

Türk Edebiyatında Deneme Türünün Gelişim Seyri

Saat: 13.30-16.00

• Yön.: Necmettin Turinay

“Deneme Türleri’nin İlk Mübeşşirleri”

• Kemal Sayar

“Ruha Dokunan Deneme”

• Metin Karabaşoğlu

“Denemenin Geleceği”

• Nihat Dağlı

“Denemenin ‘Şahsi’liği ve Şahsımın Denemesi”

• Turan Karataş

“Türk Denemeciliğinde Bir Öncü: Salâh Birsel”


ÇOCUK EDEBİYATI ATÖLYESİ

ABCÇDİJİTAL / Yeni İletişim Düzeninde Çocuk Edebiyatı

Saat: 16.30-18.30


• Yön.: Salih Zengin

“İletişim Çağı, Çocukluğu Ne Yaptı?”

• Ahmet Mercan

“Modern Dönem Çocukluğu”

• Mevlana İdris

“Dijital Evrende Çocukluk ve Edebiyatı”

• Musa Güner

“ABCÇDİJİTAL… Yeni Çocuğun Edebiyatı”

• Yalvaç Ural

“Teknoloji ve Çocuk Kitaplarının Yeni Şapkası”

ÇİZGİ ROMAN ATÖLYESİ

Çizgi Roman ve Edebiyat

Saat: 19.30-22.00

• Yön: Asım Gültekin

“Çizgi Romanlardan Beslenen Edebiyatçılar”

• Dağıstan Çetinkaya

“Çizgi ile Çizgi Roman Arasındaki Nüanslar”

• Şafak Tavkul

“Çizgi, Sinema ve Propaganda”

• Volkan Akmeşe

“Çizgi Roman Yazımında Yazar-Çizer İşbirliği”

• Yusuf Kot

“Dinimizde Süpermen’in Yeri”


10 Aralık 2010 Cuma

İSTANBUL TÜRKÇESİ ÜZERİNE

Dünü, Bugünü ve Yarını ile İstanbul Türkçesi

Saat: 13.30-16.00


• Yön.: D.Mehmet Doğan

“İstanbul Türkçesi’nin Macerası”

• Ahmet Turan Alkan

“Türkçe’nin Bütün Renkleri”

• Doğan Hızlan

“İstanbul Türkçesi’ni Konuşmak”

• Hayati Develi

“İstanbul Türkçesi (Dünü ve Yarını)”

• Uğur Derman

“Dünü, Bugünü ve Yarını”



HALK EDEBİYATI

Edebiyatı ve Musikisi ile İstanbul*un Çalgılı Kahvehaneleri

Saat: 16.30-18.30



• Yön: Nurettin Albayrak

• Muharrem Kaya

“İstanbul’un Çalgılı Kahvehanelerinin Âşık Edebiyatı Açısından Önemi”

• Abdülkadir Emeksiz

“İstanbul Kahvehaneleri”

• Süleyman Şenel

“İstanbul’un Kültür Hayatında Bir Musiki Mekânı Olarak ‘Çalgılı Kahveler’”



DÜNYA GÖZÜYLE İSTANBUL

İstanbul Dünya Aynasında

Saat: 19.30-22.00



• Takdim: Ahmet Mercan

• Sinevizyon Gösterimi




11 Aralık 2010 Cumartesi



ÖDÜL TÖRENİ

Edebiyat Mevsimi Büyük Ödülleri 2010

Saat: 13.00-14.00

Sunucu: Mehmet Şahin

* Deneme Büyük Ödülü ve Değerlendirme

* Hikâye Büyük Ödülü ve Değerlendirme

* Roman Büyük Ödülü ve Değerlendirme

* Şiir Büyük Ödülü ve Değerlendirme

Ön Jüri: A. Ali Ural, Ahmet Mercan, Asım Gültekin, Belkıs İbrahimhakkıoğlu, Hüseyin Akın, Hüseyin Emiroğlu, İrfan Çalışan, Mahmut Bıyıklı, Mustafa Özcan

Jüri: Ahmet Kot, A. Ali Ural, D. Mehmet Doğan, Handan İnci, Haydar Ergülen



AÇIK OTURUM

2010 Yılında Türk Edebiyatı

Saat: 14.00-17.30

• Yön: Beşir Ayvazoğlu

• Abdullah Uçman“2010’da Üniversitelerde Edebiyat Faaliyetleri”

• A.Ali Ural

“2010’un Şiir Kitapları”

• Baki Ayhan T.

“2010’da Türk Şiiri”

• İskender Pala

“2010 Yılında Türk Edebiyatına Genel Bir Bakış”

• M. Fatih Andı

“2010 Yılı Romanlarına Tematik Bir Bakış”

3 Aralık 2010 Cuma

Bilge Karasu Sempozyumu 13-14 Aralık 2010

 Hakkında, kişiliğine dair övgüden başka bir şey duymadığım naif ve büyük adam Bilge Karasu... Sempozyumu düzenleniyor ve Ankara'da olduğu için ben gidemiyorum.  (Delilik yapmak da geçiyor içimden)

 Ankara'da ikamet edenler için haberini vermiş olmayım:



Bu, sempozyum hakkında yapılmış açıklama:
"Bilkent Üniversitesi, Türk Edebiyatı Merkezi, yirminci yüzyıl Türk edebiyatının en önemli ya­­­zar­larından Bilge Karasu’nun (1930-1995) doğumunun seksen, ölümünün onbeşinci yılı do­la­­yı­sıyla uluslararası katılımlı bir sempozyum düzenliyor. Toplantı 13 Aralık günü saat 10’da başlayacak, 14 Aralık günü öğleye kadar sürecek.



  Bil­kent Üniversitesi, İktisat Fa­kül­te­si, C Blok Amfi’de yapılacak edebiyatbilim ağırlıklı top...lantıyı 13 Aralık günü saat 10’da Bil­kent Üniversitesi Ede­bi­yat Fa­kül­tesi Dekanı ve Türk Edebiyatı Merkezi başkanı Prof. Talat Hal­man açacak, baş konuş­ma­yı Bilge Kara­su­’dan yaptığı çevirilerle 2004’te ABD’nin en önemli çeviri ödülünü (Natio­nal Trans­la­tion Award) almış olan Davenport, St. Ambrose Üni­ver­sitesi, Sanatlar ve Bilimler Koleji (College of Arts and Sciences) de­ka­nı Prof. Aron Aji ya­pa­cak. Karşılaştır­ma­lı ede­bi­yat profesörü olan İzmir doğumlu Prof. Aron Aji, şu sıralarda Ka­rasu’nun Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı‘nı İngilizceye çeviriyor.


 Öteki ko­nuş­macılar arasında Karasu’nun kimi kitaplarını Fran­sız­caya çevirmiş olan Alain Mascarou, 1950 kuşağının önde gelen­le­rin­den Doğan Hızlan ve günümüz Türk ede­­bi­yatı, düşünce ve yayın dün­yası temsilcilerinden Müge Gürsoy Sökmen, Mustafa Ars­lan­tu­nalı, Tansu Açık ve başkaları, ye­tiş­mek­te olan genç ede­bi­yat­bi­­limciler, eleştirmenler bulunuyor. Sem­poz­yum prog­ra­mın­da, 14 Aralık öğleden sonra Kara­su’nun ede­biyat, fel­se­fe, re­sim ve müzik alanlarından ar­ka­daş­la­rı­nın katı­la­ca­ğı bir dostlar otu­ru­mu da yer al­ıyor. Felsefe profesörleri İon­na Kuçuradi, Sıtkı Erinç, emekli büyükelçi Polat Tacar, Bi­lgi Üni­versitesi kurucularından Se­dat Örsel bu otu­ru­ma katılacak ünlü simaların yalnızca birkaçı."


Ve bu da sempozyum programı:

PROGRAM:
13 Aralık 2010 Pazartesi

Açış konuşması 10.00-10.10 Talat Halman: Bilgeliğin Gücü

Baş konuşma 10.10-11.00 Aron Aji: Dilde Özgürlük: Karasu’nun Eserlerinde

Yenilikçi Atılımlar

Ara 11.00-11.20 ______________________________



11.20-11.50 Doğan Hızlan: Bilge Karasu Niçin Önemli?

12.50-12.20 Alain Mascarou: Jean Ginolu'ye Mektuplar



Öğle yemeği arası 12.20-14.00 ______________________________



14.00-14.30 Burcu Çetin: Sazandere’de Bilge Karasu

14.30-15.00 Levent Kavas: Geviş Getiren Ağırbaşlı Bir Yazar

15.00-15.30 Tansu Açık: A’dan C’ye Bilge Karasu

15.30-16.00 Berna Yıldırım: Bilge Karasu’da Özne



Ara 16.00-16.20 ______________________________



Dostlarının Dilinden 16.30-18.30 Dostları , Öğrencileri, Çırakları Bilge Karasu’yu Anıyor

Tansu Açık, Yıldırım Arıcı, Mustafa Arslantunalı,

Sıtkı Erinç, Sedat Örsel, Ali Poyrazoğlu, Müge Gürsoy Sökmen, Fred Stark, Pulat Tacar



14 Aralık 2010 Salı

09.00-09.30 Hasan Erkek: Bilge Karasu’nun Dramatik Metinleri

09.30-10.00 Mehmet Nemutlu: Çoksesli Müzik Açısından Kılavuz

10.00-10.30 Neslihan Demirkol: Müşfik'in Öyküsü Olarak Troya'da Ölüm Vardı

10.30-11.00 Doğan Yaşat: Gece’yi Yeniden Okurken: Bilge Kara­su’­­da Susku, Açıklık ve Hakikat



Ara 11.00-11.20 ____________

estağfirullah

11.20-11.50 Laurent Mignon: Yehuda ile Uğraşmak

11.50-12.20 Servet Erdem: Metinlerarası İlişkilere Göre Döşek Masalı’nın Okunması

Kapanış 12.20 Semih Tezcan


Yer: Bil­kent Üniversitesi, İktisat Fa­kül­te­si, C Blok Amfi


 Gidenler bana da anlatsın, olur mu?

.