8 Aralık 2010 Çarşamba

"Büşra" ya da Başörtünün Cihangircesi


 Son günlerde başıma gelen- yahut benim ancak bu günlerde fark edebildiğim- bir şey var ki beni dehşete düşürüyor. Rastgele bir kitap okuyorum, rastgele bir film izliyorum ve bunlar, "rastgeleliği" yalanlarcasına birbirini besliyor. Yani, mesela son okuduğum kitap "para" üstüne; bilmeden seçip izlediğim film de bu konuyu ele alıyor, sonrasında okuduğum kitap da... Ve böyle...


  Gösterime girdiği gün izlemeyi çok istediğimi söylediğim "Büşra" ve yine okumayı hep geciktirdiğim "Şair Öldü" de bu dehşetin bir parçası oldular. Çünkü ikisi de, "başörtüsü" konusunu ele alıyorlardı ve bakış açıları neredeyse aynıydı. Bu yazıda "Büşra"dan bahsedeceğim, bir dahaki yazıda da "Şair Öldü"den bahis açalım.

  Büşra, fazlasıyla karikatürleştirilmiş bir figür. Büşra'nın zaten Bahadır Boysal tarafından çizilen bir karikatür öğesi olduğunu unutmuyorum tabii bunu söylerken. Filmdeki tüm karakterlerin karikatürmüş gibi yansıtılması belki de, çizimin özüne sadık kalmak adına bilinçli bir tercihtir. Ve eğer böyleyse, şu an karakterlerin ne derece "inandırıcılıktan uzak" olduklarını tartışmamamız daha yerinde olur. Ama değilse, amaç gerçekten türbanlı bir kızın yaşadıklarına değinmek, sorunlarını tespit etmek ve hatta bunlara çözüm bulmaksa, filmin çoktan sınıfta kaldığını söylemeliyim.

  Birbirinden tamamen farklı iki insanın aşkını anlatmak, tarihten bu yana büyük bir aşkı tasvir etmenin tek yolu oldu. Çünkü aşk imkânsızlığa yaklaştığı ölçüde efsaneleşir. Şeyh San'an gibi bir dervişin sevdiği uğruna Hıristiyan olması, şiirimizde aşkı için zünnar giymeyi göze alan çılgın âşıkların bulunması şüphesiz ki aşkın büyüklüğünü ve engele düşman olduğunu anlatabilmek içindir. Uğruna Troya Savaşı başlatılan Helene'nin Paris'le birlikte olması ve sonra Leyla ile Mecnun ve diğer tüm efsanevi aşklar, köle ile sultanın aşkını simgeleyen, kutsal kitapta bile anlatılan Yusuf ile Züleyha'nın hikâyesi... Hepsi, aşkın dizginsizliğinin kanıtıdır. Anlatmak istediğini kolay yoldan verebilmek için türbanlı bir kızla, onun tersi sayılabilecek bir adamın aşkını anlatmak, bizi baştan bu aşkın büyük olduğuna inandıracaktır bu sebeple.

  Filmdeyse şöyle bir sorunla karşılaşıyoruz: Büşra ve onun tersi olarak sunulmuş bir tez olan Yazar Yaman Göktuğ aslında filmin amaçladığı kadar "zıt" değiller. Büşra aslen Ferit'e ve temsil ettiği düşünülen çevreye daha uzak. Bu da bu aşkı o kadar "olmaz" durumdan çıkarıyor. Ve, bu fikirdeki Büşra ile kendi çevresinden bir adamın "olmaz", "sıkıntılı" aşkını anlatmak bu sebeple daha ilginç olabilirdi. Gerçi bu filmde birbirinden hayat tarzı olarak farklı bir kişi bile bulmak mümkün değil. Tinercilerle yazar bilgi birikimi olarak aynı seviyede; Büşra, başörtüsünü sadece simgesel olarak kullanmayı seçmiş bir karakterken Ferit'in ondan tek ayrılan yönü, içki içmesi. Büşra'nın karikatürleştirilmiş bir karakter olduğunu söylerken tam da bunu kastediyordum: Büşra'nın başörtüyle ilişkisi sığ, derinleşmiyor. Söylemlerinden anladığımız, o başörtüyü isteyerek taktığı; çünkü bize çizilen eğitimli ve bilinçli bir kız portresi. Öte yandan, kimi sahneler bizi Büşra'nın o başörtüyü zorla taktığına dair ipuçları da veriyor. Film, bu açıdan Büşra'yı nereye konumlandıracağını bilememiş görünüyor.

   Kısa zamanda, sadece bir film vaktinde tüm mesajları vermek istediği için, Büşra'nın en yakın arkadaşı sarı saçlı ve mini etek giyen bir kız, babası ve annesi ona söz hakkı tanımayan iki insan ve filmde baştan sona "başörtüsü" konuşuluyor. Oysa, günlük hayatta başörtülü ile başörtüsüz insanın ayrımı bu kadar belirgin değildir. Nesildaşsanız, başörtülü arkadaşınız "selamınaleyküm" derken siz "Memnun oldum" demezsiniz. Çünkü bizde, "Selamınaleyküm" artık dinsel bir söz olmaktan çıkıp günlük bir dil olmuştur. Öte yandan, muhafazakâr bir aile imajı (kıza evlendirirken bile fikrini sormayan bir anne baba) çizerken öteki taraftan Büşra oldukça da özgürdür. Gece kafasına estiği saatlerde eve gelir, istediği zaman çıkar (Babasının haberi yoksa da, babasından hiç de farklı fikirlere sahip olmayan anne tüm bunlara göz yummaktadır). Muhafazakâr anne, Büşra'nın sözlüsüyle Yaman'ı dövüşürken gördüğünde bile "Kim bu adam?" diye sormaz. Bu da aklıma, "Anne bana fazlasıyla özgürlükçü; filmde onlara biraz yüklenmişler mi?" sorusunu getiriyor.

  Filmde, isyan, sorunlar, entrikalar bulunmasına rağmen bunların hiçbiri derinleşmiyor, muğlak bırakılıyor. Açık elbiselere bakıp iç geçiren Büşra'nın durumu es geçiliyor. Ferit böylesine çelişkili ve bu yüzden tehlikeli bir tipken tek yaptığı rakı içerken "Neden seni seçti" demekten ibaret oluyor. Sonra, gönül illa ki, başta arkadaşlarına hava atan Ferit'in düştüğü durumdan ötürü arkadaşlarıyla karşılaşmasını istiyor. Büşra, evlilikle ilgili "tamam" demedi diye sofrada yemeğini o kabul edene kadar bekleten, kızı gelinlik fotoğraflarına bakarken Azrail gibi kapıya dikilmiş, gözleriyle baskı yapan babanın, Büşra istenmeye gelindiği günkü isyanında ne gibi tepkiler verdiğini de bilmek istiyor. İşte o zaman hikâye derinleşebilir: "Çocuklar anne babalarına değil, zamanlarına benzerler." sözü yerine oturmuş olurdu. "Başkasını seviyorum" diyen kıza bunu hiç sormamış olan anne baba, sırf başörtülü modern kız imajı çizmek için eline gitar tutuşturulmuş Büşra gerçek birer karikatür olmaktan çıkıp hayata, içimize karışırdı.

  Televizyon programı, arada karşımız çıkan tinerciler ve aforizmaları, "Maskeler" adlı kitap, "Önyargılı" değilim deyip iki lafından birisi "Türbanlısın" olan bir yazar, Ferit karakteri karikatürize durumu ispatlıyor.

  Büşra'nın aşkın imkânsızlığına baktığı tek nokta, şekillerinin farklılığına dair endişesidir. Büşra, filmle ilgili açıklamalarda söylendiği gibi, bilinçliden ziyade "iyi niyetli" ve "kabulcü" bir figürdür. Çünkü, aslında Büşra'nın yogacı Alara'dan pek bir farkı olduğu söylenemez. Yaşama bakışları açısından keskin bir fark yoktur. Neredeyse, Alara'ya başörtü taksanız Büşra'yı elde edersiniz.

  Filmin sonunda, senaryo yazarları kimseyi kırmamayı amaçlamış olacak ki, Ferit'e rakı içirmiş, Büşra'ya da sevgilisini kurtarmak için başını açtırmıştır. "Aslında yok birbirimizden farkımız"dır altyazı olarak verilen. Belki de başörtülü kesimin Cihangircesidir bu.

  Sonuç olarak, tüm karakterleri "sinema" filminde de "karikatür" ve "tek yönlü" olan, Romantiklerin tiyatro oyunlarına benzeyen bir film seyredeceksiniz Büşra'da. Burda, derinleşebilecekken ne bir isyana, ne bir çelişkili iç dünyaya, ne de adamakıllı bir farklılığa rastgeleceksiniz. Evet, sizi hiç sıkmayacak, eğlenceli, güzel nüansları bulunan, hoş bir film karşınızdaki; ama bu sizi kesinlikle düşünmeye sevketmeyecek. (Sevketmesi de gerekmez; ama yazar ve yönetmenin iddiası bu)

  Filmin yazarı ve yönetmeni, film hakkında: "Biz başörtüsü sorununu işliyoruz. Bu yüzyılın imkânsız aşkı, liberalle muhafazakâr arasında yaşanabilir ancak. Büşra, Romeo ve Juliet'in imkânsız aşkının toplumumuza uyarlamasıdır. Bunu işledik. Daha önce böyle bir film çekilmedi, cesur bir iş yaptığımızı düşünüyorum" demeselerdi, gerçekten hoş bir film izlediğimi düşünüp o minvalde yorum yapacaktım. Ama ben bu açıklamalardan sonra karşımda iddiasında başarısız olmuş bir film görüyorum. Çünkü, ortada cesaret gerektirecek bir senaryo değil, kucaklayan, birleştiren, karakterleri bile işine geldiği gibi çizen bir yazar var. Yönetmenin şöyle bir açıklama yapmasını tercih ederdim ve o zaman bu filmi kesinlikle çok başarılı bulurdum: "Biz tespit etme, çözüm sunma, bir başörtülü kızın yaşamını işleme konusunda iddialı değiliz. Çekmek istediğimiz, içinde mizah öğeleri bulunduran, karikatürümüzü hayata geçirecek ve aşk karşısında farklılıklarımızı sorgulatacak, herkesi anlamaya çalışan naif bir aşk filmi yapmaktı."

  Ama söylemiş miydim, cadılar bayramında tek kostümsüzün başörtülü kız olması (Daha "Cadılar Bayramı"nın bahsedildiği ilk sahnede, Büşra'nın başına gelecek hadiseyi anlamış olsak da), ona karşı çıkan kişinin özgürlük deyip duran ama Hitler kılığında biri olması, Büşra'nın kendi etrafında semazenleri hatırlatır dönüşü, kendisini bir an arzularına bırakıp öpüşürken ezan okununca anında kalkıp gitmesi, filmin sonunda Yaman'ın saçını açan Büşra'nın saçlarını kokladığı sahne (Bu filmi sırf bu sahne için bile izleyebilirdim) gerçekten hoştu.

  Yine de, bir film, bir kitap, bir resim, sanat eserleri; yığılmış ve üst üste konmuş ögelerle değil, yedirilmiş ve en önemli parçalardan terkip edilmiş olmalı. "Bir film yapayım, türbanla ilgili bildiğim ne varsa koyayım" demek yerine (Şu sahneye Atatürk heykeli koyayım, mesajın kralını vereyim, şu sahnede başörtülü kızı bara götüreyim...vs.) derinleşen az bilgiyi kendi adıma tercih ederdim. Yine komik, yine eğlenceli, yine romantik olurdu, şüphe etmeyin.

  O değil de, "Renkli Rüyalar Oteli"yle başlayıp kentli yalnızı anlatacakken "Selvi Boylum Al Yazmalım" a da dönmüşsünüz, hadi hayırlısı.

1 Yeni fikir:

Adsız dedi ki...

Filmi görmedim.Görmek istemedim. Çünkü göreceğiniz şeyi önceden tahmin etmeniz zor değil. Tabi ki bu tutum her açıdan doğru olmayabilir. belki izleyip bende yazabilirdim. Fakat yazınızı okuduğumda, çokta yanılmadığımı anladım.
İşin kısacası; onlar olmasını istedikleri "başörtülü" profilini çiziyorlar. Bu onlar için kabul edilebilir, inancından dolayı örtünen ağırlıklı çoğunluk için değil. Kaynağı gösterYazdır?1 Bu Yorumdan |Alıntı Yap|

Yorum Gönder