22 Kasım 2010 Pazartesi

Gündelik-I

   Tomris Uyar'a selam olsun. Günlük türünü yaygınlaştıran, kişisel gelişmesi, izlediklerini gün be gün belirten ve bu seyre de "Gündökümü" diyen Uyar'ın yolundan gideceğim bu kez.

   İşte, elan okuduğunuz satırlarda da benim birkaç günlük notlarımı bulacaksınız.

* Nihad Sırrı Örik'i geç tanıdığımı itiraf etmem gerek. Tüyap Kitap Fuarı'nın bu seneki ganimetlerinden biri de, "Kıskanmak" adlı romandı. Birkaç gün evvel bitirdiğimde, bu romana dair pek çok şey düşündüm. Dönem romanı olması sebebiyle, eğlenceli; insana dair saf bir gerçekten bahsetmesi ve edebiyatımızda bu sebeple az rastlanır olmasıyla "kıskançlık uyandıran", İstanbul'da geçmeyen bir roman olması sebebiyle nadir. Evet, romanımızın mekânı Zonguldak. Elbette, Zonguldak bir mekân olarak çok da ayırt edici değil, sadece isim ve kömür madenleriyle var. Öte yandan, romanımızın en önemli karakteri Seniha'nın psikolojisini vermesi, kızın ağabeyini kıskanması hakkında içinden geçirdikleri, romanı bence değerli ve özel kılıyor.

  Beni tanıyanlar bilir, külliyat okumayı severim. Bu sebeple, Nihad Sırrı Örik'in üslûbu hakkında konuşmayı şu an erken buluyorum. Tüm kitaplarını okuduktan sonra hakkında uzun uzun yazmak istediğim bir isim Örik. Yıllarca gözardı edilmiş, talihsiz ve büyük bir romancı (Zaten ondan gözardı edildiğini unutmamak gerek) Hakkında söyleyebileceğim çok şey var ve onu başka bir yazıya saklayalım.
* "Kıskanmak" romanı Zeki Demirkubuz tarafından filme çekildi. Örik'in "Abdülhamit Düşerken" adlı romanı da filmleştirilmişti. Ben, Demirkubuz'un filmini romanı okuduktan hemen sonra izledim. Başroldeki Nergis Öztürk'ü, çekimleri, renkleri, dekor ve kostümleri çok beğendim. Romanda güzelliğiyle adeta bir Tanrı gibi anlatılan Nüzhet'i oynayan kişiyi ilk gördüğümdeyse açıkçası hayal kırıklığına uğradım.

  Zeki Demirkubuz imzası, yönetmenin diğer filmlerine nazaran çok belirsizdi. Bunu da yönetmen eminim, romanın ön plana çıkması için yapmıştı. Romandaki diyaloglar bire bir filme taşınmıştı.
  Ve fakat, bunca olumlu yöne rağmen bence bu film amacına ulaşmamış.
  Seniha'nın kıskançlığı, sebepleri ve iç yangınının yansıtılamadığını düşünüyorum. Romanın özü de bu idi oysa. Romanı okumamış biri, kolaylıkla Seniha'nın yengesinin güzelliğini kıskandığı zannına kapılabilir. Oysa, Seniha ağabeyini kıskanmaktadır ve sebepsiz, derinliksiz bir kıskançlık değildir bu. Kardeşliği bile sorgulamamıza neden olan ve ezber bozan bir kıskançlıktır.
  Eleştirimi, romanları filmlerinden daha çok seven bir okur görüşü olarak algılamanızı istemem elbette. Uyarlama nasıl olur'u merak edenlere "Das Parfum"u izlemelerini öneririm. Kitaptan hiçbir özü kaybetmeden nasıl film çekilir'in cevabıdır bencileyin. Filmleştirilmesinin imkânsız olduğunu düşündüğüm "Gölgesizler" de iyi bir uyarlamaydı diyebilirim.
* Dün Meriç nehrini görmek için gittiğimiz Edirne'de düşündüğüm iki şey vardı: Yer değiştirmek insanın ufkunu nasıl da açıyor! Ve, gittiğim her yerde neden inatla evimi özlüyorum? Peki siz, bir sınırın bu tarafının bu ülke, bir adım sonrasının başka bir ülke olmasından daha ilginç bir şey söyleyebilir misiniz bana? Düşündükçe neredeyse bin asırlık bir insan tarihini yudum yudum içiyorum ve zihnim, şaşırmaktan yorgun.
* NTV Tarih dergisinin "Harf Devrimi"ni konu alan sayısı geçti iki gün evvel elime. Harika bir sayı. Yazı, ülkemizdeki "Yazı Devrimi" ve Osmanlı Türkçesi hakkında ehil isimler tarafından yazılan muazzam yazılar var. Bulabilirseniz ciddi tavsiyemdir.
* Bu ayın Altyazı dergisini almak için gittiğim tüm kitapçılarda, derginin özel sayısının çalındığını görüyorum. "Kültürlü hırsız" dedikleri bu olsa gerek!

* Bugünlerde, Abbas Sayar'ın baş kahramanı bir at olan romanı "Yılkı Atı"nı okuyorum. Ödül almış bu kitabı ve yazarını sevenler bana alınmasın; ilk on beş sayfasını okumuş olduğum için, erkence söylemiş olmaktan da utanırım; ama Nihad Sırrı Örik'ten sonra onu okumak, lezzet almak zor. Ve eskilerde kitap, yazar seçmeyen iştiham anlıyorum ki, artık belli lezzetler arıyor. Bildiniz: Yöresel ağızla, çalakalem yazılmış; köyü değil, köyün zihinlerdeki tasvirini anlatan kitaplardan fersah fersah uzağım bugün. Kitabı bitirince fikrim değişebilir, o da işin ayrı bir yönü.

*Üye olmadığım için alay edildiğim, sorguya alındığım Facebook'un kuruluş öyküsünü anlatan bir film çekildi biliyorsunuz. "The Social Network (Sosyal Ağ)" bence çekici bir film. Biyografi ve otobiyografiyi çok sevdiğimden olsa gerek, filmi ilgiyle izledim. 20 yaşında, kabullerin dışına çıkıp Facebook gibi bir siteyi kuran ve bugün dünyanın en genç milyarderi olan Mark Zuckerberg'ün zekâsı bende hayranlık uyandırdı. Filme bakarsak, klişeler, görmekten sıkıldığımız kareler, söyleyişler, işleyiş bu filmde de var. Ancak konuya ilgim bunları görmemi engelledi, itiraf edeyim. Kesinlikle izlemelisiniz.

* Filmi izledikten sonra, sitenin kurucusu hakkında biraz araştırma yaptım. Bu sırada, evinin fotoğraflarını da gördüm. 4 milyar doları olup da bu kadar mütevazı bir evde yaşaması, sıradan ve ucuz bir arabası olması da, pek görmediğimiz bir olgunluk. (Ben yapabilir miydim, bilmiyorum) Ona bir bilgenin özelliklerini yüklemek niyetinde değilim; ama kesinlikle takdir ediyorum.
* Hani şu sekiz soruda, capcanlı para veren yarışma programına katılmam için dört koldan baskı yapılıyor. Haketmediğimiz paralara, cafcafa düşkünlüğümüz beni oldum olası düşündürüyor. Öte yandan, hayatı boyunca kazandığı bir dizi oyuncusunun tek bölümde aldığı para olan insanlara da kızmak içimden gelmiyor. Bazen: "Bu kadar takma, bırak, onların kurallarıyla oyna; eğlen gitsin" diyorum. Ama olmaz. Yapamam. Sonrası vicdan.
* Fikret Otyam'ın kara gözlü kadınlarına baktım ve aklıma geldi. Canım resim çekti. İki gün önce, uzun yıllardan sonra ilk kez almıştım fırçayı elime. Acemi, yeteneklerini işlenmemekten yitirmiş bir elden çıkan tek resim, bir elma oldu. Adem'in tattığı, Newton'un ilhamı elmanın kaderi belli ki "ilham olmak". Bugünlerde yeniden çizersem, yazıdan beni ayırır diye bile isteye bıraktığım- ve adamakıllı yeteneksiz bile sayılabileceğim- resme yeniden dönersem ne olur beni ayıplamayın.

* Resim demişken, Pera Müzesi'ne yolum düşecek bugünlerde. Yine. Realist resimlere âşık olan bana verilebilecek en güzel haber, Rus Devlet Müzesi'nden getirtilen ve Türkiye'de ilk kez sergilenen Rus klasik resimlerini görebileceğimin haberiydi. 20 Mart'a kadar açık olan bu sergide, ben, baktığım resimlerde Tolstoy'un, Dostoyevski'nin kahramanlarını, hayatlarını arıyor olacağım. Elbette, 21 Aralık'a dek Csontvary resimlerini de görmek gerek.

* Sinemadan, edebiyattan, resimden söz edip de müziği es geçmek. Müziğin tılsımına inanamadığım için mi? Oysa hayır: Dünyada, müzikten daha etkileyici ve dilsiz bir tılsım bilmiyorum. Her duygunun müziği var, her ırkın, her yaşın, her günün, hatta yakalanamaz dediğimiz an'ın müziği.






* Ve önünüzde gururla eğiliyorum: Süleymaniye Vakfı Müzesi'nde gördüğüm usturlab, şamdanlar, ille de saatler. Ve, evinde ölümü bekleyen seksenliklere inat, seksen yaşında Selimiye'yi inşa eden Koca Sinan!