20 Mart 2010 Cumartesi

Ağaçlara Borcumuz Var











Genel olarak elbette duyarlı olduğumuz ve fakat gündelik hayat içinde unutuverdiğimiz gerçekler vardır. İşte, kimilerinin bir pazar olarak görüp eleştirdiği "özel günler" bunun için var aslında. "Sevgilimi bi gün değil, 365 gün hatırlıyorum, ona ilgi gösteriyorum." klişesi var mesela; hayır efendim, 365 gün hatırlamıyorsun. Ona özel bir gün ayırmak neden bu kadar zor?
Bu bir örnek elbette; benim asıl konum, 21 Mart. Dünya Orman Günü ve Haftası'nı kutlayacağız 21 Mart'la başlayan haftada. 22 Mart da, Dünya Su Günü.
Su işte, bildiğimiz su. Her şey için kullandığımız, onsuz yaşamamızın imkânsız olduğu, önemini- biliyoruz tabii de- hakkıyla kavrayamadığımız "su".
Felaket senaryolarından hoşlanmıyorum: " Her geçen gün kullanılabilir su miktarı azalıyor, dünyada yeşil alan yok olmak üzere." sözleri sürekli tekrarlandığından umursamazlık da artıyor. Ama bu, söylenenlerin doğru olduğu gerçeğini de değiştirmez.
Aksine biz sevinmeliyiz ki, bizlerin umrunda değilken birileri yeşil alanları- yalnızca kendileri için değil, bizim için, çocuklarımız için- arttırmaya, var olanları korumaya çalışıyor. Bence onlara minnettar olmalıyız.
Özel günlerin kimi şeyleri hatırlatmak için var olduğunu söylerken tam da bunu kastediyordum. Hepimiz, ormanı, yeşili, ağaçları, yaşam kaynağımız suyu önemsiyoruz( Arazi elde etmek için hunharca orman yakan katillerden bahsetmiyorum elbette. Onlar, alt tarafı ağaçtır derken, bir ağacın ruhunu görmezden gelirken aslında kendilerinin yok oluşunu hazırladıklarını bir gün fark edecekler. Yazıktır ki, bu yok oluş, hepimiz için geçerli olacak.).
Demek istediğim, hepimiz bir ağacın gölgesini düşlüyoruz hayal kurmak için, rahatlamak için iki ağacın arasına bir hamak kurduğumuzu düşünüyoruz. Sonra, şehirden kaçmak için, şehre en yakın ormanlara sığınıveriyoruz. Ağacın yeşilini de, yapraklarının dökülürkenki sarısını da seviyoruz.
Mesela, bir ev hayal ettiğimde, bahçesinde salkımsöğüt olan bir ev oluyor bu. Bir rezidans değil, çocukluğumda koparıldığım doğanın içinde bir ev istiyorum. Saunası, jakuzisi olmayıversin; ama bir ağacı, yakınlarında bir çeşmesi mutlaka, mutlaka olsun.
Birçoğumuzun istediği de bu aslında.
Konudan uzaklaştığımın farkındayım. Belki de, yazarken düşünüştür bu; ağaçların benim için ne kadar önemli olduğunu kendime hatırlatmaya çalışıyorumdur. Mahallemdeki koca çınar saçma sapan, şekilsiz bir apartman yaptırılsın diye kesildiği gün nasıl ağladığımı unutturmamaya çalışıyorum kendime.
Biz olmasak da, ağaçlar olsun. Biz olmasak da olsun su.
Erozyon, sona yaklaşma, çocuklara "gri" bir dünya bırakma, oksijenin azalması, kirli hava, kirli doğa, yaşama şansının azalması... Diğer yandan, gözleri yemyeşil bir şehir, masmavi saçlarına aklar düşmüş bir gök ve dallarından hormonsuz, hakikaten elma gibi elma kokan ağaç; tuvallere çizmek isteyeceğimiz, bizi daha da sanatçı yapacak bir şehir...
Olsa güzel olmaz mıydı? Griden bıkmadık mı?

Dünya Orman Haftası bir vesile olsun ve biz bir göz kalemine 30-40 lira, bir paket sigaraya 7.5 lira verebiliyorken Tema'dan 9 adet meşeye, fidana ve gönüllülük için de, yine beş lira vermeye çekinmeyelim.
Bu vesileyle TEMA'nın birer üyesi olalım. İçimiz rahat etsin hiç değilse.
Ve su günü için, sadece biraz tasarruf. Ben kıssam, sen kıssan hiç yoktan iyidir, mantık bu. Benle mi kurtulacak dünya değil; ben yaparsam hiç kimsenin yapmamasından iyidir demektir aslolan.

Ağaçlara borcumuz var.


Bu arada, Doğa ve İnsan Uluslararası Karikatür Yarışması'nın kazanan karikatürlerine baktım da, karikatür sessizce nasıl da anlatıveriyor her şeyi. Muhteşem eserler konmuş ortaya:







"Korkuyorum Anne"


Geçen ay, arkadaşlarımın ısrarıyla, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde "Türk Sinemasına Yeni Bir Bakış: Reha Erdem" adlı söyleşiye gitmiştim. Ben Reha Erdem'i orada tanıdım, o gün.
Ertesi gün, aynı kültür merkezinde gösterilmekte olan "Hayat Var "adlı filmini izledim yönetmenin. Dün de "Korkuyorum Anne"sini...
"Hayat Var", ismen çok güzel, inkâr edilemez. Benim açımdan da özeldir; çünkü tek başıma gittiğim ilk sinema filmidir. Yalnızlığın ne kadar özel bir duygu olduğunu ben bu filme gidişimle anladım. Ve her daim not tuttuğum, hep yanımda olan ajandama şöyle yazmışım o gün:



" Hayatımda ilk kez- bunu ne zamandır yapmak istiyordum- tek başıma sinemaya geldim. Reha Erdem'in "Hayat Var"ını izleyeceğim. Kendimi hiç olmadığım kadar hafif ve kıyasla mutlu hissediyorum.
Ufacık bir salon, gelen en fazla on beş kişi...
Ve makinist filmi başlatıyor..."



"Hayat Var", küçük bir kızın hayatını anlatıyordu. Neredeyse hiç konuşmayan, başına gelen felaketlere tepkisiz, melek yüzlü bir kızın hayatı bulmasını konu ediniyordu. Reha Erdem'in farklı olduğunu, filmlere kendi imzasını attığını her karede anlıyordunuz. Tek kusuru, gereğinden fazla uzun olmasıdır benim gözümde. E, bir de sanat filmi; bu tür filmleri sevmeyenler izlememeli.


"Korkuyorum Anne", ise bence daha başarılı bir film. Görüntüler, konuşmalar sanki "Hayat Güzeldir"deki gibi, naif, sıcak renklerle verilmiş. Konuşmalar farklı, oyuncular harika. Onun da tek kusuru, uzunluğu. "Üç Maymun", nasıl alışkanlıklarını devam ettirmek için tepkisiz kalışı, yani insanî duygulardan birini, "Kıskanmak" nasıl insanın bir başka duygusu, "kıskanmayı" anlatıyorsa, bu film de "korkularımızı" anlatıyor.
Ben bu filmi çok sevdim.
Zaten film başlarken anlıyorsunuz ki, klasik bir film izlemeyeceksiniz.
Önce Rasih Bey konuşuyor: "İnsanlar ikiye ayrılır: Düz basanlar, eğri basanlar. Eğri basanlar, doğru durmadıkları için doğru da düşünemezler." Rasih Bey, sağlıkçıdır.
Sonra bir çocuk: "İnsanlar ikiye ayrılır: Sünnet olanlar, olmayanlar." Çetin, sünnet olmaktan ölesiye korkan bir çocuktur.
Ve bir kadın: "Erkekler ikiye ayrılır: Hediyesini geri isteyenler, istemeyenler." Çocuğunu doğuracağı sevgilisinin terk ettiği İpek, ona verdiği yüzüğü geri isteyen sevgilisini düşünerek söyler bunu.
Ve başroldeki Ali: "İnsanlar ikiye ayrılır: Annesi olmayanlar, babasını hatırlamayanlar." Film, onun hafıza kaybını konu almaktadır ve o, her gün yanında olan babasını hatırlayamamaktadır. Reha Erdem, bundan genelin aksine, bir dram değil, komedi unsuru çıkarmış.
Zaten öyle değil midir? Biz her insanı kategorize ederiz, muhakkak, aksi düşünülemez. İnsanları ikiye, üçe, beşe ayırmaya bayılırız. Ve bunlar, bu ayrımlar, hep kendimize göre, korkularımıza göredir.
Sanat filmlerini seviyorsanız yahut artık sinemadan farklı bir tat almak istiyorsanız bu filmi izleyin.
Sinemadan, teknikten anlamam. Dahası, yazımı etkiler diye film hakkında yazılmış hiçbir yazıyı, yorumu okumadım.
Siz izlerken belki beğenmeyeceksiniz, belki sıkılanlar da olacak; ama kesinlikle "özgün" bulacaksınız.
Fragmanı izlemek isteyenler için, buyrun ağalar:
http://www.sinemalar.com/fragman/2183/Korkuyorum-Anne/0/kucuk/






Notumsu: "Hayat Var"ın DVD'si- ve korsanı da, ilginçtir- sonunda çıktı, artık her yerde aramayacağız filmi. Yihuuu!